replika telefonlar ve insan ile mahşerim777

 replika telefon


replika telefonlar ve insan ile mahşerim777  bugn sizlere en güzel yazılarla gelen replika telefonlar diyorki “Evet. Artık geçmişte kaldı. Ve sanırım başa çıkabilirdim. Başa„ kıyordum da. Ta ki rüyalar başlayana dek.”Larry’nin başı hızla kalktı. “Rüyalar mı?”Nadine, Joe’ya bakıyordu. Çocuk bir an önce alevlere dalmışken şin,, di parlayan gözlerle Lucy’ye bakıyordu.
“Kötü rüyalar, kâbuslar,” dedi Lucy. “Her zaman aynı olmuyorlar. Çoğunlukla bir adam beni kovalıyor, ama neye benzediğini bir türlü tam olarak göremiyorum, çünkü üzerinde bir... ne deniyordu ona, pelerin var. Ve hep sokaklarda gölgeler arasında duruyor.” Ürperdi. “Uyumaktan korkar hale gelmiştim. Ama belki artık...”
“Ka-ra adam!” dedi Joe aniden. O kadar heyecanlı bir şekilde söyle-mişti ki hepsi irkildi. Ayağa kalkarak kollarını minyatür bir Bela Lugosi gibi uzattı. Parmaklarını pençe gibi kıvırmıştı. “Ka-ra adam! Kâbus! Kovalıyor! Beni! Korkutuyor!” Ardından Nadine’in yanına çöküp kadına sokuldu ve karanlığa güvenmez gözlerle baktı.
Aralarına kısa süreli bir sessizlik çöktü.
“Bu çok acayip,” dedi Larry ve durdu. Hepsi ona bakıyordu. Karanlık bir anda daha da koyulaşmış gibi oldu ve Lucy’nin korkusu arttı.
Larry kendini devam etmek için zorladı. “Lucy rüyanda hiç... şey, Nebraska’da bir yer gördün mü?”
“Bir gece rüyamda zenci bir kadın gördüm,” dedi Lucy. “Ama pek uzun sürmedi. ‘Beni görmeye gel,’ gibi bir şeyler söyledi. Sonra kendimi yine Enfieid’da buldum... o korkunç adam peşimdeydi. Sonra uyandım,” Larry, ona o kadar uzun süre baktı ki Lucy kızarıp gözlerini kaçırdı. “Joe,” dedi Larry, çocuğa dönerek. “Rüyanda hiç... ee, mısır gördün mü? Yaşlı bir kadın? Gitar?” Joe sessizce ona bakmaya
■ ‘Çocuğu rahat bırak ” dedi Nadine, ama asıl tedirgin görünen oydu.
Larry bir süre düşündü. “Bir ev görmüş olabilir misin Joe? Verandası küçük bir ev?”
‘ joe’nun gözlerinde bir pırıltı görür gibi olmuştu.
“Kes şunu Larry!” dedi Nadine.
“Ya bir salıncak, Joe? Lastikten yapılma bir salıncak?”
Nadine’in kolları arasındaki Joe aniden irkildi. Başparmağı ağzından Nadine, onu tutmaya çalıştı ama çocuk kendini kurtardı.
“Salıncak!” dedi Joe coşkuyla. “Salıncak! Salıncak!” Onlardan hafifçe jjılilaşarak önce Nadine’i, ardından Larry’yi işaret etti. “O! Sen! Çok!”
“Çok mu?” diye sordu Larry, ama Joe yine içine kapanmıştı.
Lucy Swann şaşkın görünüyordu. “Salıncak,” dedi. “Onu da hatırlı-j.ı,fuııı.” Larry’ye baktı. “Neden hepimiz aynı rüyaları görüyoruz? Biri jjerimizde bir şeyler mi deniyor?”
“Bilmiyorum,” diyerek Nadine’e baktı Larry. “Sen de gördün mü?”
“Ben rüya görmem,” dedi Nadine sertçe ama gözlerini hemen indir-ji. Yalan söylüyorsun, ama neden, diye düşündü Larry.
“Nadine... eğer...” diye başladı.
“Sana rüya görmüyorum dedim!” diye bağırdı Nadine neredeyse histerik bir şekilde. “Beni rahat bırakarhaz mısın? Üstüme gelmek zorunda mısın?”
Ayağa kalktı ve ateşin başından neredeyse koşarak uzaklaştı.
Lucy bir süre kararsızca ardından baktıktan sonra kalktı. “Peşinden îideyim.”
“Evet, iyi olur. Joe, sen benimle kal, tamam mı?”
“Tam,” dedi Joe ve gitarı kutudan çıkarmaya koyuldu.
Lucy on dakika sonra Nadine ile geri döndü. Larry ikisinin de ağla-işolduğunu fark etti, ama şimdi kendilerini toparlamış görünüyorlardı.
“Üzgünüm,” dedi Nadine, Larry’ye. “Aslında hiç keyfim yok. Böyle İaf şekillerde patlak veriyor işte.”
“Sorun değil.”
Konu tekrar açılmadı. Oturup Joe’nun reperluvarmdaki şarkıları çal-®a.sını dinlediler. Artık güzel çalmaya başlamıştı ve çıkardığı seslerin îfMnatek tük kelimeler karışıyordu.
Stephen King
Sonunda uyudular. Larry bir uçta, Nadine diğer uçta, Lucy vej aradaydı.
Larry rüyasında önce yüksek yerdeki Kara Adam’ı, ardından ver. dada oturan ihtiyar kadını gördü. Ama bu rüyada Kara Adam’ın
saplarını biçerek o korkunç sırıtışı suratına yapışmış halde mısırlar araş,^ dan ona doğru geldiğini ve giderek daha da yaklaştığını hissedebiliyordu^ Gece yarısı soluk soluğa uyandı, göğsü dehşetle sıkışmıştı. Diğerig ri kütük gibi uyuyordu. Bu rüyada her nasılsa Larry bir şeyi biliyordu Kara Adam eli boş gelmiyordu. Kolları arasında Rita Blakemoore’unar. tık şişmiş ve katılaşmış, etleri sansarlar ve dağsıçanlarınca kemirii,r,j^ cesedini taşıyordu. Ayakları dibine fırlatılıp hissettiği suçluluğu diğerle, rine haykıracak, iyi biri olmadığını, içinde bir şeylerin eksik olduğunu kaybetmeye mahkûm olduğunu, sadece almayı bildiğini dilsizce anlata-cak sessiz bir ithamdı.
Nihayet tekrar uyuyabildi ve sabah yedide üşümüş, kaskatı kesilmiş, acıkmış ve mesanesi dolmuş halde uyanana dek rüyasız bir uyku çekti.
“Aman, Tanrım,” dedi Nadine bomboş bir sesle. Larry, ona bakınca hayal kırıklığının gözyaşlarının da ötesinde olduğunu gördü. Yüzü solgun, çarpıcı gözleri bulutlu ve donuktu.
Günlerden on dokuz temmuzdu, saat yediyi çeyrek geçiyordu ve gölgeler giderek daha da uzuyordu. Sadece beşer dakikalık birkaç mola vermişler, onlar dışında bütün gün yol almışlardı. Randolph’ta verdikleri öğle yemeği molası sadece yarım saat sürmüştü. Motosiklet üzerinde geçirdikleri altr saatin ardından tüm kasları iğneler batırılıyormuşçasına ağrımasına rağmen hiçbiri şikâyet etmemişti.
Demirden bir çitin önünde yan yana dizilmişlerdi. Stovington kasabası, Stu Redman’ın enstitüde geçirdiği son birkaç gün boyunca gördüğü halinden pek farklı olmayan bir şekilde önlerinde uzanıyordu. Çitin ve bir zamanlar iyi bakılan, ancak artık fırtınaların taşıdığı çöpler ve yapraklarla dolu olan bahçenin ötesinde üç katlı enstitü dikiliyordu. Larry yeraltında daha fazla kat olabileceğini tahmin etti.
Bina terk edilmişti, bomboştu.
Bahçenin ortasında bir tabela vardı;
yılından beri Abagail Ana’nın tanık olduğu en güzel yaz mevsin^jy^. rafta tadını çıkaracak pek fazla insan kalmamış olması ne kötü, (ijy^
tadını çıkarırlar mıydı? Bazıları çıkarıyordu elbette; âşık gençler
şündü kolçaksız sallanan sandalyesine dikkatle otururken. Ama
Ya da kemikleri kışın ölümcül kavrayışını çok iyi hatırlayan ihıiyj|.| Yaşlıların da gençlerin de büyük çoğunluğu gitmişti artık. Arada rın çoğu da öyle. Tanrı, insan ırkı için sert bir hüküm vermişti.
Kimileri bu sert hükmü tartışabilirdi, ama Abagail Ana onlardanbj ri değildi. Aynısını daha önce suyla da yapmıştı, ileride bir gün ateşledi yapacaktı. Tanrı’nm iradesini sorgulamak ona düşmezdi ama ke.şke % canı dudaklarına götürmesini uygun görmeseydi. Hüküm konusuna gelin, ce, sorusu üzerine Tanrı’nm yanan çalıdan Musa’ya verdiği cevap onu taı. min ediyordu.replika telefonlar Kimsin, diye sorar Musa ve Tanrı küstahça cevap verir; Kimsem O’yum. Bir başka deyişle, şu çalıya takılmayı bırakıp yaşlı kıçım kaldırarak işine bak, Musa.
Hırıltılı bir kahkaha atıp başını salladı ve ekmeğini çiğnenecekkadar yumuşayana dek kahvesine batırdı. Son dişine veda edişinin üzerinden on altı sene geçmişti. Anasının rahminden dişsiz çıkmıştı, mezarına da dişsiz girecekti. Torununun çocuğu Molly ve kocası kendisinin doksan üç yaşında olduğu ertesi sene. Anneler Günü’nde ona birtakım diş hediye et mişti ama dişetlerini acıttıkları için sadece Molly ve Jim’in geleceğini bil diği zamanlar takıyordu. Geleceklerse dişleri çekmecedeki kutudan çıka rıp bir güzel duruluyor ve ağzına yerleştiriyordu. Molly ve Jim’in gelmesi ne daha vakit varsa mutfaktaki lekeli aynanın karşısında suratını şekillere sokuyor, iri beyaz dişleri göstererek hırlıyor ve katıla katıla gülü yordu. Siyah bir bataklık timsahı gibi görünüyordu.
Yaşlı ve güçsüzdü ama aklı başındaydı. Abagail Freemantle doğmuştu, doğum belgesi bunu kanıtlıyordu. Yaşadığı süre boyunca pek çok şey görmüştü, ania hiçbiri son bir ayda tanık olduklarıyla boy Ölçüşemezdi. Hayır, daha önce hiç buna benzer bir olay yaşamamıştı ve şimd kendi payına düşen kısım yaklaşıyor ve bundan nefret ediyordu. Yaşlıydı Dinlenip, Tanrı günlük döngüsünü izlemekten sıkılıp onu yanma almay karar verene dek mevsimlerin değişmesinin tadını çıkarmak istiyordı
^.(iri’y sorgulayınca ne oluyordu? Aldığınız cevap kimsem oyum idi ı^yydu. Kendi oğlu fincanı dudaklarına götürmemek için dua etti-faiıf vermemişti... ve Abagail Ana bu işe hazır değildi,
^pgcağını bilmiyordu. O sadece sıradan bir günahkârdı ve geceleri niisırl^’’ arasında uğuldarken Tanrı’nm 1882’nin başlarında annesi-f^^^l^,ıj.jldarının arasından çıkan minik kız bebeğe bakıp kendi kendine, ıiz«" hayatta tutmam gerek, 1990’cla, yığınla takvim yaprağının -^ieyapılacok bir işi var, dediğini düşünmek onu ürkütüyordu.
Burada, Hemingford Home’daki zamanı sona eriyordu. Son iş mev-batıda, Rocky Dağları’nın yakınında onu bekliyordu. Musa’yı dağa lıuanışa, Nuh’u gemi inşa etmeye göndermiş, kendi oğlunun bir tahta .jsına çivilenmesini izlemişti. Abby Freemantle’m rüyalarında onu Iralayan, yüzü olmayan adama duyduğu şiddetli korkuyu neden umur-
Onu hiç görmemişti; görmesine gerek yoktu. Öğle vakti mısırlar ara-jiıdan geçen bir gölge, soğuk bir hava dalgasıydı. Sesi, onu korkutmuş bütün seslere bürünerek ona doğru geliyordu... yumuşakça konuştu-jıındamerdiven replika telefonlar altındaki tosvuranböceğinin bir sevilenin öleceğini haber ,e[en tıkırtısı; yükseldiğinde kıyamet gibi batıdan çıkıp gelen fırtınayla ııldınmlar oluşuyordu. Bazen de mısırlar arasında esen yalnız gece rüz-îânnın hışırtısından başka hiç ses olmaz ama adamın orada olduğunu bilildi ve en kötüsü de buydu, çünkü yüzü olmayan adam Tanrı’dan sadece lırazcık eksik gibiydi; o anlarda Mısır üzerinden sessizce uçmuş, kapının İmlâ işaretlenmediği bütün evlerdeki ilk evlatları öldürmüş kara meleğe jotunabilecek kadar yakın olduğunu hissediyordu. Onu en çok bu korku-pjıordu. Korkusu onu yine küçük bir çocuğa çeviriyor, diğerlerinin onu idiiğünii, ondan korktuğunu ama korkunç gücünü sadece kendisinin gö-ildigini biliyordu.
“Güzel bir gün,” dedi ve kızarmış ekmeğinin son lokmasını ağzına t Kahvesini içerken sandalyede öne arkaya sallandı. Parlak, güzel bir îiııdü ve bedeninin hiçbir noktasından bir şikâyeti yoktu. Sahip olduğu Ktleriçin şükretti. Tanrı uludur. Tanrı merhametlidir; bunları en küçük incuklar bile öğrenebilirdi ve bütün dünyayı kapsıyordu, iyisiyle kötüce bütün dünyayı.
böylece daveti kabul etmiş ve oylama lehine sonuçlanmıştı (hem de u sayılır bir farkla). Ardından Grange Salonu’nun çatısında bir sıça„ landığının, zenci bir bebeğin cennete gidip kanatlanınca melek
sa olduğunun söylendiği zalimce şakalar yapılmıştı. Ben Conveiglı bi re etrafındakilere John Freemantle’a oy verilmesinin tek sebebinin da gerçekleştirilecek olan Çocuk Fuan’nda Afrika orangutanını..replika telefonlar sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder