replika telefon ve modern islam78

replika telefon ve modern islam78

 replika telefon en güzel bilgileri yazan replika telefon dediki Abduh, ilerlemenin zorunluluğunu savunarak birinci muhafazakâr gruba İslam topluluğunun henüz dinamizmini tamamıyla kaybetmediğini, Kur’ân hükümlerine dayanarak ilerlemeyi açıklayarak da dine güvensizlik gösteren ikinci gruba İslam’ın hakikatini değil. Artık Müslümanla
ilerlemeye engel olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Ona göre İslam, ilerleme vesilesi olabileceği gibi Müslümanları çağdaş medeniyetin iyi yönlerini kabul ve zararlı sonuçlarından kaçınma konusunda yönlendirebilecekti. Abduh, Müslüman milletlerin ancak Avrupalı entelektüel atılımın ürünü bilimleri kazanarak tekrar güçlü ve müreffeh olacakları kanaatindeydi ki onlar, bunu, İslam’’ terk etmeden yapabilirlerdi; zira İslam
tabilerine, aklın bütün ürünlerin kabul etmeyi öğretmiştir (Hourani 1993; 139-151).Ancak Hayreddin ve Kemal’den farklı olarak Abduh, bu noktada gün deme gelen. Batı medeniyetinden neyin alınıp alınmayacağının belirlene ceği “bid’atın ölçütü” kritik meselesine girmez. Zira artık, açık veya örtül olarak veri alınan İslam değil, çağdaş dünya idi. Onun için esas mesele söz konusu her iki kesime de bir hayat tarzı olarak İslam’ın çağdaş dün yada geçerliğini, daha basit bir ifadeyle, İslam’ın artık “işe yarayıp yarama dığı”nı göstermekti, İs'
cek vakti yoktu. Örneğin Mu’tezilî göriiş doğrultusunda Kur’ân’ın yaratılmış-lığı nazariyesini destekleyen tartışmalı bir ifade, Risâletü't-Tevliîd'm sonraki baskılarında çıkarılmıştı. Bundaki birinci amaç, ihtilaflardan çok ortak inancı vurgulamak suretiyle Müsliimanlar arasında dayanışmayı sağlayacak ortak İslâmî kimliği güçlendirmekti. İkinci ve temel amaç ise, hakikatinin keşfinden çok İslam’ın çağdaş dünya açısından geçerli anlamını bulmaktı. Abduh (1980: III/323)un eserlerinde kullandığı “gerçek İs-lam"dan kastı budur aslında.
E.Batı Medeniyetine Eklektik Yaklaşım
Batı medeniyetini meşruiyete dayalı düzen başarısı olarak tasavvurları uyarınca Osmanhlarm Batı-tarzı kalkınma stratejisi, genelde orijinalizm anlayışına dayanıyordu. Buna karşılık Mısırlıların ilerleme stratejisi, Ba-tı’nın maddiyatı ile İslam’ın maneviyatı arasında eklektisizrnv&fa. senteze dayanıyordu. Bu konuda ana ilham kaynağı Japonya idi. Japon örneğinden esinlenenlere göre ilk bakışta toplululdarın benimsediği değer manzumelerine göre değişen ahlaka karşılık Batılı bilim ile teknoloji, değer-den-bağımsız, objektif ve evrenseldi. Ancak zamanla bu kanaatin geçerlik derecesi sorgulamaya açıldı. Gündeme gelen temel sorulardan birincisi, bunun gerçekten böyle olup olmadığıydı. İkincisi, eklestisizmin bu iki maddeyi kapsayıp kapsamadığıydı. Üçüncüsü, değer-yüklü ahlakın bile İslam dünyası tarafından korunmaya değer olup olmadığıydı.
Tahtâvî’nin Paris seyahati esnasında Fransa değerlendirmesi. Batı medeniyetinin maddî gücünü, adil yönetim başarısının eseri olarak gören Osmanlı aydınlarınmkine benzer. Yıllık geliri 100,000 Franktan aşağı olmayan mütevazı bir mesleğe sahip bir Parisli bulmak mümkündür; Tahtâvî’ye göre bu, onlann siyasî düzenlerinin dayandığı tam adalete sahip olmalarından dolayıdır (Nevvman 2004: 247). Ancak geleneksel bakış açısını yansıtan bu değerlendirmenin ötesinde Tahtâvî, Osmanh gözlemcisi Ebubekir Râtib gibi Batı’yı çelişkili olarak algılamıştı. O, Ba- | tı’nın medeniyet alanındaki atılımını takdirle tasvir ederken, din ve ahlak-1 tan uzaklaşmalarını, sekülerleşmeyi şiddetle tenkit eder (Hourani 1993: “ 82). Ancak Râtib, hem bir âlim değil, kalemiye mensubu olduğu, hem de Viyana'da sekiz ay gibi nisbeten daha kısa bir süre kaldığı için bu algılamasında mazur görülebilirdi. Oysa Tahtâvî, hem bir âlim olduğu, hem de
330 BEDRİ GENCER
beş yıl gibi uzunca bir süre Paris’te kaldığı için onun gibi pek mazuı g^, rülemezdi.
Kanaatimce Tahtâvî gibi öncü Müslüman aydınlar, “medeniyet Avrupası" ile "küfür Avrupasünı böyle dikotomik bir şekilde gözlemleyerek Abduh ve sonraki Müslüman aydınlarda görülecek bir mekanik eklektisizme zemin hazırlamıştı. XIX. asırda hemen hemen bütün Müslüman aydınların temel çözüm yoluna işaret için atıf yaptığı i’dâd-ı kuvvet ayetinden “kâfirlerle İslam ile savaş için kullandıkları aynı silahlarla savaşılması gerektiği" ilkesini çıkaran Abduh, bu silahları bilimsel-teknolojik ve askerî güç aracı olarak görür. Ona göre bu ayetin anlamınca, zamanımızda onlara karşı top ve tüfekler, savaş ve hava gemileri ve diğer savaşma araçlarının imalatıyla rekabet edilmelidir. Bütün bunlar ise Müslümanları doğal bilimler ve teknoloji alanında ilerlemekle yükümlü kılar, zira ancak bu sayede askerî hazırlık sağlanabilir (Adams 1968: 130, Mahzûmî 1980: 145). Bu anlayış, Abduh (1980: III/33i)’u, özlenen ilerlemenin ancak Batılı bilim ve teknikle İslâmî ahlakın senteziyle sağlanabileceği kanaatine götürmüştü. Farah Antun (1874-1922) ile ünlü tartışmasında dediği gibi: ‘'İslam, asla medeniyet yolunda tökezleyip kalmayacak, ancak o, bu medeniyeti amalarından arındırarak yeniden yapılandıracak ve böylece bir-birleriyle tanıştıkları zaman medeniyet, İslam ’ın en güçlü yardımcılarından biri olacaktır."
Abduh’un bu mekanik eklektisizmi, bilahare Türkiye’de ondan etkilenen II. Meşrutiyet dönemi İslamcılık düşüncesinde de görüldüğü gibi giderek İslam dünyasında hâkim düşünce tarzına dönüşecektir. Modem dönem boyunca Müslümanlar romantik tarih görüşüyle bir yandan geçmiş İslam medeniyetini yüceltirken, öte yandan da özlenen ilerlemenin tahsili için “Hikmet, müminin yitiğidir” anlayışıyla Batı medeniyetinin formel kısmıyla İslam dini ve ahlakının düz bir sentezini savunmuşlardır. Sözgelimi Abduh’un Türkiye’deki taşıyıcısı sayılan Mehmed Akifin şu şiiri, bu tavrın tipik ifadesidir: "Sırr-ı terakkinizi siz; / Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz.replika telefon / Onu kendinde bulur yükselecek bir millet, / Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket. / Alınız ilmini garbın alınız sanatını, / Veriniz hem de mesainize son süratini. / Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız, / Çünkü milliyeti yok sanatın ilmin yalnız" (Aktaran, Kara 1987; I/XXII).
İSLAM'DA MODERNLEŞME 331
Doğu dünyasında kendi kültürünü koruyarak Batılı bilim ve tekniğin kazanılabileceğini gösteren tek ülke olan Japonya, Osmanlı gibi kendi kimliğini koruyarak Batılılaşmayı hedefleyen Doğulu ülkelere ilham kaynağı olmuştu. Japonya, zorunlu, genel eğitim programında Batılı bilimi yerli ahlakıyla bütünleştirerek kalkınmayı başarmak suretiyle Sultan Abdülhamid’e de ümit vermişti (Okay 1989: 9. Karal 1988: 254-5). Bu resmî bakışa göre evrensel sayılan bilim, İslâmî olsun, Japon olsun, herhangi bir Doğulu ahlak ile çelişik değildi (Worringer 2004). Hedef, “Avrupa’nın hasta adamı” yerine “Yakın Doğu'nun Japonyası” olmaktı. Ancak gösterdiği parlak teknolojik atılımla kendini Batılı, medenî uluslar camiasına kabul ettirmeyi başaran Japonya’nın modernleşme sürecinde yerli kültürünü nasıl koruyabildiği genelde sorgulanmadı. Tek mihver çağ-sonrası medeniyet olan Japonya’nın modernleşmesinde Carol Gluck’un da dikkat çektiği gibi din, Rusya ve Osmanlı’ya göre din daha az rol oynamıştı (Aktaran, Deringil 1999: 17). Dahası modernleşen Japonya da daha sonra Fransa ve İngiltere gibi bir sömürge imparatorluğu olmaya yönelmişti.replika telefon sundu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder